4 Haziran 2008 Çarşamba

Yüzsüz baba...

Yanağına inen şamar, ondan çok benim canımı yaktı.
Anne, babasının yanından ayrılmış, zıplaya zıplaya tramvay istasyonuna giden turnikeden geçerken baharda kanat çırpan kelebekler gibi coşkuluydu.
Elleriyle demir korkuluklardan güç alarak diğer bölüme geçip geçemeyeceğini hesaplıyordu.
Hiç kimseden yardım almadan bunu başarabileceğine inandı...
O zaman dudaklarındaki gülümseme daha da büyüdü...
Seyrederken ben de en az onun kadar eğleniyordum.
Ama o sırada olan oldu...
Yıldırım hızıyla gelen babası, şimşek gibi tokadı indirdi.
Çelimsiz boynunun üzerindeki başı bir lastik top gibi sağ omuzuna çarpıp geri geldi. Sonra da önüne düştü...
6-7 yaşlarındaydı. Üzerinde pembe, kırmızı benekli bir tişört vardı. Diz kapaklarını aşağıya geçen yeşil eteği, gri terlikleriyle uyumlu değildi.
Yine de annesi onun diğer çocuklar kadar güzel görünmesi için elinden geleni yapmıştı.
Fakat şimdi bütün renkler solmuş, yaşama sevinci veren her şey yok olmuştu.
Başka çocuk olsa ağlayarak içini boşaltırdı. Fakat o susuyordu.
Beton kaldırıma sabitlenen bakışları çocuk yüreğini taş gibi sertleştirmişti...
Elinden tutan annesinin yüzüne bakamadı.
Onun gözlerindeki şefkati, merhameti gördüğünde çözüleceğini biliyordu.
Gözlerine dökülen siyah saçlarının arasından ancak yolunu görebiliyordu.
Sol eliyle, yanağını okşayarak acısını hafifletmeye çalıştı.
"Suçlu olsa da güçlü olana boyun eğmek" kader miydi?...
Temiz vicdanındaki adalet terazisinde onun kefesi hep ağır geldi...
Yine de babasının tokadı en ağır olanıydı...
Çocuğunun yüzündeki elem dolu fotoğrafı umursamadan yoluna devam etti adam...
Tesbihini sallayarak yürüyordu önlerinde...
Üst geçide yöneldiklerinde ben de adımlarımı hızlandırdım.
Onları yakından görmek istiyordum.
Zeytinburnu Tramvay İstasyonu'ndaki büfenin yanında bekledim...
Adam önümden geçerken öfkemi zor dizginliyordum.
Anne de elinden tuttuğu çocuğuyla adamın iki-üç adım arkasından gidiyordu.
Kadının başında mavi bir tülbent, üzerinde lacivert bir pardesü vardı.
Kederli yüzüne, her şeyi sorgulayan ama hiç bir şeyin cevabını bulamayan çaresizlik ifadesi yerleşmişti.
Çocuğun esmer beyaz tenindeki güzelliği sol yanağındaki lekeler bozuyordu.
Tokattan geriye kalan 4 koyu kırmızı çizgiden etrafa çil çil kızıllıklar yayılmıştı.
İlk defa başını yerden kaldıran çocuk, ona baktığımı fark etti...
Telaş içinde sol eliyle yanağını örttü.
Sanki her şeyi gördüğümü biliyordu.
Babasının ayıbını kapatmaya çalışıyordu.
Oysa adam, hiçbir şeyi umursamadan,
Üstelik "Yüzündeki kızarıklığın!" farkında olmadan...
En önde yürüyordu.

Hiç yorum yok: