5 Temmuz 2008 Cumartesi

Memleketim...

Çağlayanlar söylerdi çocukluğumun en coşkulu şarkılarını...
Hayallerimi şekillendiren o billur avizeler, kayalarda parçalanırken kollarımı açıp hepsini kucaklarımda biriktirmeyi dilerdim...
Engellere karşı sakin ve sabırlı olan bu akışın inişlerdeki hırçınlığında, tılsımlı mesajlar saklıydı sanki..
Sislenen bakışlarım o tabloda hep yarını görürdü...
Ardımıza bakmayı aklımıza bile getirmezdik o vakitler...
Oltama takılan balığın titreşimi masalsı düşlerimden uyandırdı beni...
Ağzına batan iğneyi çıkartırken çırpınmadı...
Benim onu fazla yaralanmadan kurtarmaya çalıştığımı anlamış gibiydi...
Küçük bir havuzda yaşamını sürdürecek olması, kaybettiklerine karşı bir kazanç sayılabilir miydi?
Önceyi, sonraya bağlayan bu an, bir iğne gibi canımızı yaktığında vadedilmiş yarınlara sığınmak değil miydi yaşamak?
Ömür su gibi akıp giderken taşlara çalınan yüreklerimiz paramparça olsa da bir ummanda buluşmaktı sevinmek...
Nice özlemler yüreğimizi yakmıştı bu yolculukta, nice hayatlar çorak olmuştu çekildiğimiz topraklarda...
Yarınlar azaldıkça, dünlere olan düşkünlüğümün çoğaldığını farkettim sonra...
İşte ben de yaşanmışlıkları, yaşanacaklara üstün tutma sevdasına kapılmıştım...
Eskinin çirkinini yeninin güzeline tercih edişim bundandı...
Gittiğim yollardan geri dönme arzusu tutuşturmuştu ruhumu...
Özlemlerin sırrını keşfettim böylece...
Bir çok şey eskisi gibi değildi elbet...
Ama ırmağın sesi, gelinciklerin kızılı, ıhlamurların kokusu aynıydı...
Kurbağalar değişse de o çirkin koro kulakları tırmalayan şarkısını okumaktan usanmamıştı...
Helikopter böceği lacivert kanatlarını dört yanına açarak gölün üzerinde keşif turlarını atıyordu...
Değişmeyenlerden olmayı diledim o zaman...
Su değirmenin savacağını salıp, değirmenciye oyun oynamak istedim...
Bodur kızılcık ağaçlarının dallarının arasını kendimize yurt edinip, doğaçlama oyunlar oynamak için çok mu geç kaldık...
Ya taşları üst üste yığarak yaptığımız kulübeler...
Gavur Harmanı'nda gönlümüze yakın olanı kovalayıp, ebelediğimizde "Ayrıcalığı farketmesini" ummak ne eşsiz bir hazdı...
Çocuk yüreklerimize sığmayacak kadar büyük aşklarımız, dünyayı kucaklayacak kadar uzun kollarımız vardı.
Büyük mutlulukların küçük şeylerde olduğunu bildiğimiz zamanlardı onlar...
Yokuş aşağı bizi taşıyan kızakları, geri dönerken sırtımıza aldığımızda farketmiştik hayatta her şeyin karşılıklı olduğunu...
Küçük şeylere büyük bedeller ödemeyi de sonraları öğrendik...
Bu yüzden giderken hep ardımızda kaldı bakışlarımız...
Düne devrettiğimiz bu anlar, yarınlarda "Keşke" lerimiz oldu...
İşte o zaman farkettim;
Bu anları ölümsüz kılmanın büyüsünü...
Ve...
Çağlayandaki şarkıların...
Dünkü ben olduğunu..

Hiç yorum yok: