25 Mayıs 2008 Pazar

Abbas

Kızı, "Ziyaretçi kabul edemeyecek kadar hasta" dedi...
Üsteledim...
Benim direncimi kırabilirdi ama araya Başkan Recep Koç girdi.
Zaten beni Abbas Dede'nin varlığından haberdar eden de o olmuştu.
"Burada Atatürk'ün faytoncusu yaşıyor" dediğinde gözlerim parlamıştı.
İletişim Fakültesi'nde öğrenciydim, staj dönemiydi...
Bu röportajla meslek hayatıma itibarlı bir giriş yapabilirdim.
Adalar Belediye Başkanı Recep Koç'un hemşerim olması kapıları açmıştı.
Abbas Dede'ye birlikte gittik.
Kulübe görünümündeki tek katkı evde yaşıyordu...
Çevredeki her şey yoksul, onurlu ama yalnızlık dolu bir hayatın son demlerinin yaşandığını anlatıyordu.
İçeriye girişimizi farketmedi bile...
Odanın ortasında kurulu sedirin üzerinde hiç kımıldamadan yatıyordu.
Fırsatını bulup söze girmek için onu izliyordum...
Gözlerini tavandaki bir noktaya sabitlemişti.
Ben de onun baktığı yere baktım ama ikimiz aynı şeyleri görmüyorduk.
Benim bakışlarımı sonlandıran boyasız tavan, onun için renkli hayallerin vadedildiği cennete açılan bir kapıydı belki de...
Kimbilir sonsuzluk yolunda faytonuyla hız sınırını aşıyor, ara sıra mutlu mutlu gülümsüyordu...
Hayallerini bölmeye kıyamadım...
Bakışlarını o noktadan çekene kadar bekledim.
"Geçmiş olsun" temennimi de umursamadı.
"Atatürk'ün faytoncusu olduğunuz için sizinle röportaj yapmaya geldim" dedim
"Atatürk" ismi sanki onun çıkmaya hazırlandığı sonsuz yolculuktan vazgeçirmişti.
Hepimizi şaşırtan bir çeviklikle doğrulup yatağın üzerinde bağdaş kurdu...
"Beni 'Çarıklı Erkan-i Harp' diye çağırırdı" dedi.
Anlamını bilmediğim bu sözler sohbet kapısını aralamıştı..
"Neden böyle hitap ederdi size?" diye sordum...
“Aklıma geleni söylerdim. Patavatsızın biriydim de ondan. Bu yüzden beni azarlardı. Özellikle yabancı misafirlerinin yanında ağzımı tutmamı tembihlerdi."
"Yabancı misafir çok gelir miydi?"
"Troçki'yle görüşürdü sık sık. Ben de onları faytonla gezdirirdim. Gezmeyi sevmezdi. Hep çalışırdı."

Sohbet onu yormuştu...
Son olarak Atatürk hakkındaki düşüncelerini sordum...
"Büyük adamdı, çok büyük" diye vurgulu başladığı sözcükler gittikçe ufaldı ağzında...
Fısıltıya dönüşen son cümlelerini duyamamıştık...
Boyun kaslarının taşıyamadığı başı yorgun şekilde yastığa düştü...
Bir tay çevikliğiyle başladığı hayat yarışında artık bitiş çizgisine yaklaşmıştı. Donuklaşan bakışlarını canlandırmak için geleceğe ilişkin hayaller kurmaya ihtiyacı vardı...
"İyileşince bize büyük tur attırır mısın?" dedim.
Konuşamıyordu ama gözlerindeki ışıkla isteğimi onayladı.
Yarına dair hayaller kurmak, yarını yaşamak gibiydi onun için...
Elini öpüp, ayrıldım...
Röportaj bir hafta sonra İstanbul Üniversitesi'nin İletim Gazetesi'nde "Çarıklı Erkan-i Harp" başlığıyla çıktı.
Hemen bir kaç gazete alıp Büyükada'nın yolunu tuttum.
Vapur iskeleden ayrılırken içimde sevgiliye koşan aşığın sabırsızlığı vardı...
Etrafına beyaz köpükler yayarak aheste aheste ilerleyen ada vapuru, hiç sonu gelmeyecek bir yolculuğa çıkmış gibiydi.
Denize dalıp kulaç atsam menzile daha hızlı varacağıma inanıyordum..
Mavi derinliklere dalan düşüncelerim, güneş ışığının yansımalarıyla bin bir şekil alıyordu...
Kim bilir resimlerini görünce nasıl mutlu olacaktı...
Büyükada'ya varır varmaz vapurdan iskeleye atlayan ilk yolcu bendim..
Doğru Abbas Dede'nin fakirhanesinin yolunu tuttum..
Çevrede her şey eskisi gibiydi...
Çekinerek çaldığım kapıyı kızı açtı...
Yüzüme garip garip bakarken, beni hatırlayamadığını düşenerek açıklama yapmaya giriştim...
"Ben geçen hafta Abbas Dede'yle röportaj yapan gazeteciyim. Söyleşi yayınlandı..." Daha sözlerimi bitirmeden araya girdi...
"Babam öldü. Görmek istiyorsan mezarlığa gideceksin" dedi soğuk bir sesle.
Bir çok farklı duygu cenderesinde sıkışıp kalmıştım...
Hiç bir şey söyleyemedim...
Geri dönüp uzaklaşırken veda bile etmemiştim.
Onun son konuşmasının benim ilk ropörtajım olması anlamsız bir suçluluk duygusu veriyordu.
"Büyük Ada'da, Büyük Adamlara, Büyük tur" yaptırmak onun En Büyük övünç kaynağı olmuştu...
Ve en sonunda...
"Büyük tura" yalnız çıkmıştı...
Bir daha dönmemek üzere...
Sihirli seccadeye kırbacını basarak
Tozu dumana katarak
Cahit'in ferman ettiği gibi
Gitmişti Abbas...

1 yorum:

Yasemin Yıldırım dedi ki...

Ben şimdi haberleri nasıl yazacağım... Oku oku oku baskısına dayanamayıp Abbas'ı okudum ama kalakaldım. Gözyaşlarımı içime akıtıyorum. Valla uzun süredir yazılara ara verilmişti. Dönüşün muhteşem olmuş. En büyük hedefim büyüyünce böyle gönül telini titreten cümleler kurabilmek.