13 Mayıs 2008 Salı

"Halk" otobüsü!..

"Biz sizden rahatsız olur muyuz yavrum. Dokuz ay karnımızda gezdirirken bile rahatsız olmadık"
Yaşlı kadının gür sesi otobüsün her yanından duyuluyordu...
Ancak yüzünü görmek mümkün değildi.
O tarafa doğru ilerlemek için çabaladım.
Balık istifi olmuş otobüste ayakta durmaya bile yer yokken, istediğin menzile varmak için bir cengaver azmiyle savaşmak gerekiyordu.
"Okuyun eliniz ekmek tutsun. İşinizi gücünüzü elinize alınca da doğru karı-kız peşine...."
Ardından kahkahalar yükseldi...
Oradaki neşeden pay alma şevkiyle bir daha hücum ettim...
Nihayet seyirciler arasında yerimi aldım...
Otobüsün orta bölümündeki tekli koltuğa kurulmuş nine etrafa neşe saçıyordu...
Ak saçlarından bir kaç tutam alnına dökülmüştü...
Başındaki lacivert, açık mavi desenli eşarbı aynı renkteki pardesüsü ile uyumluydu.
Gümüş renkteki gözlüğünün çerçevesi karizmatik bir hava vermişti... Saat ve bilekliği de birbirini tamamlıyordu...
Siyah-beyaz incilerle bezeli kolyesi, tenindeki siyah lekeleri geri plana atacak kadar gösterişliydi...
Gülümsediği zaman kırışmış yanaklarından dökülen yaşam pınarı bütün bedeninde çağlıyordu... Gözbebekleri kristal bir avizeye dönüşüyor, yüzünün bütün hücrelerini aydınlatıyordu..
"Aç adamı kadın ne yapsın?" diye devam etti...
"Eve ekmek gelmeyince kıçına tekmeyi koyup gider. Bir gün ekmek gelmesin 'aaa! senin gözün körmüş' (eşinin gözünün kör olduğunu eve elleri boş geldiği zaman farkeden kadının fıkrasına gönderme yapıyor) der..."
Başında duran gençlerden biri takıldı...
"Sevmek sevilmek yok mu teyze...."
"Ekmek yoksa sevmek de yok, karı da yok. Çalışan kadın diyor ki paramı sana mı yedireceğim..."
Çocuk sataşmayı sürdürdü;
"Bizimki 3 senedir beni terketmedi ama..."
"Sen bizim oğlana benziyorsun. Taş kafalısın da ondan..."
Bir kahkaha tufanı daha koptu...
İnsanların ilgisini üzerinde toplamak onu mutlu ediyordu.
Onların gülerken geçirdiği zaman, nineye yeni espriler üretmek için fırsat oluyordu.
"Bizim zamanımızda buralar bostandı" dedi Davutpaşa'dan geçerken.
Yaşlılığın yaşam tecrübesi babında ona bir ayrıcalık getirdiğini anlatan bir ifade vardı bakışlarında..
Ama ayakta duran delikanlı pişmiş aşa su kattı;
"Evet evet! Bu Şişecam'ın yanında fırın vardı. Babam beni buraya ekmek almaya gönderirdi!"
"Hadi canım sen nesin ki!" diye çıkıştı nine.
"Ben 35 yaşındayım" karşılığını verdi delikanlı...
Nine bu hamleyi de ustaca başka bir konuya bağlayarak geçiştirdi;
"Şimdi hayat 35'inde başlıyor. O eskidendi. 14-15 yaşında kocaya verirlerdi bizi. Şimdi kızlar da erkekler de önce hayatını yaşıyor, sonra evleniyor. Allah gençlere acısın, yaşlılara da ayakta ölüm nasip etsin...."
"Allah uzun ömür versin daha çok gençsin?" diye sataştı delikanlı yine...
"Benim adam 60 yaşında gitti. Onu Habibler'e postaladım. Şimdi mezarlığa ziyarete gidiyorum. Önümüzdeki hafta babalar günü..."
Bunları söylerken ölümü ciddiye almayan tavrı etkileyiciydi...
Ufuklarını kuşatan karanlığa aldırmadan, yaşadığı anın aydınlığıyla parıldıyordu gözleri...
Delikanlı onun bu neşesini daha da alevlendirmek istedi;
"Taksime gidiyorum gel seni de gezdireyim"
"Bizim orada da Taksim var" karşılığını verdi nine...
Delikanlı ısrar etti, "Sizin oradaki Taksim başka! Benim gittiğim yer sosyete yeri...."
Ayakta duran diğer genç de söze karıştı...
"Orada manitasıyla buluşacak"
"Evliyim diyor. Başka gül koklanır mı yazıktır kızıma. Helal varken haram niye" diye azarladı nine...
Herkesi bir aile sıcaklığında buluşturmuştu... Pozitif enerji denen şey bu olmalıydı.
Başından beri utangaç gülümsemelerle sohbeti takip eden sarışın küt saçlı bayan telaşla ayağa fırladı...
"Hastaneye gidecektim. Seni dinlerken ineceğim durağı şaşırdım..."
"Geçmiş olsun yavrum! Ben şaşırmıyorum,sen niye şaşırıyorsun!"
diye gülümsedi nine...
Aslında ben de onu dinlemek için bilerek yolumu şaşırmıştım.
Topkapı'da inip işime gitmem gerekirken taaa Aksaray'a gelmiştim...

Nine, kadına hastalığını sordu...
Kadın "Kemoterapi tedavisi" gördüğünü söyledi.
Nine hiç renk vermeden esprilerini sürdürdü...
Bunun ne anlama geldiğini anlamadığını düşünmüştüm...
Hasta bayan otobüsten inerken yüzünde kanser tedavisine giden değil, eğlenceden dönen bir insanın neşesi vardı.
Otobüsün kapısı kapanınca atmosfer değişti...
Nineye ölüm sessizliği çöktü..
Bir daha konuşmadı..
Herkesin yüzü asıldı...
Filmin sonu hüzünlü olmuştu...
"Duracak" düğmesine bastım...
Kırmızı ışık yandı...
Otobüs Haşim İşcan Geçiti'nde durdu...
Ama zaman ilerliyordu...
Yorgun düşenleri umursamadan...
Bozulan saatlerin farkında olmadan...


2 yorum:

Yasemin Yıldırım dedi ki...

Kenan bey kardeşim valla ne diyeyim ki, bakmak değil görmek önemliymiş. Bizler de otobüse biniyoruz ama ya olaylara senin gibi gönül gözüyle bakamıyoruz. Yine gönül telimizi tikreten bir yazı kaleme almışsın. Tebrikler

Adsız dedi ki...

Tebrikler Çenan... Aslında senin gibi en küçük bir davranıştan sosyal mesajlar çıkaran birinin otobüs şöförü olması gerekirdi. Okuyanları bu yolun yolcusu yapman çok güzel. Gençliğimizde hiç özen göstermediğimiz gözümüzün önünde duran mesajlardan uzak durduğumuz bir dönemde 30'ları arşınlarken cebe değil ama beyne genel veya ışık saçan mesajlara daha bir önem verir hale geldik. Yaşamı şekillendiren veya geçmişte yaşadığımız bir anının anlamını ifade eden olayları hatırlar olduk. Aslında bir çoğunun yaşam yolculuğunda hayatının otobüslerde geçtiğini gördük. Ve sen bunları bize yaşamasak bile yaşatıyorsun. Bu yolculuğun hiç bitmesin... Eline, beynine, yüreğine sağlık...